Uğur Böceği

Uğur Böceği

Buruk bir Ankara hikayesi-NaR-ı Aşk

Buruk bir Ankara hikayesi-NaR-ı Aşk

Sabahın ilk ışıkları vurmuştu pencereme. Özlemleri sırtlanmış seni özlüyordum. Gözlerim yaşlı seni düşünüyordum. Adını koyamadığım, ancak gittikçe dimağımı saran bir duyguydu bu. Nasıl kapılmıştım sana bilmiyordum. Sarmıştın içimi alev alev. Yorgun ve bitkindim. Omuzlarımda sanki dünyanın bütün yükü vardı. Aşk mıydı bu? Bilmiyorum ki! Sürekli seni düşünüyordum.

O gün; her zaman ki gibi kahvaltı bile etmeden. Ankara’nın kuru, soğuk, puslu havasında işe gidiyorum. Caddelere, sokaklara sığmıyordum. Her yer dar geliyordu bana. Ta ki! Senin iş yerinin olduğu sokağa girene kadar. İkinci katta bulunan iş yerinin penceresinde yine o türkü çalıyordu. Umutlarımı bahara çeviren bir türküydü bu. Sana baktım, pencerede yoktun. İçim burkulmuştu o an. Tam pasajın önüne geldim; geçiyordum ki! Bir elin omuzuna dokunduğunu fark ettim. Geriye döndüm ve karşımda seni görünce dilim tutulmuştu. Konuşamamıştım seninle. Ve sen, benim gözümün içine bakıp; gülümseyerek

•Kime baktın bakayım yukarıya. Hangi kıza baktın deyince.

O an beynimden vurulmuşa dönüp, sana cevap bile veremeden gitmiştim. Aslında görmek istediğim kişi sendin. O güzel kız sendin. Anlamamıştın o gün sana olan duygularımı. Hani benden birkaç yaş büyüksün ya! Sonra bir de arkana dönüp orada ki esnafa;

•Ne oldu buna; yine bir havalarda dedin ya!

Çıldırmıştım. Çalıştığım iş yerine koşar adımlarla çıktım. O hırsla tezgâhımın başına geçip çalışmaya başladım. Nasıl bir duygu içine girdiysem; öğle paydosu olduğunu fark etmemiştim; bile. Öğle paydosu olduğunu arkadaşım uyarmasa inanın farkına bile değildim. İş yeri arkadaşımın bu uyarısından sonra, içimde pembe bulutlar uçuşmaya başladı. Çünkü seni görecektim. Patronum huysuz biri olduğu için, iş yerimizde öğlen yemeği çıkmıyordu. Ancak; yemek çıkmadığına o kadar seviniyordum ki! Çünkü sen bizim işçilere de, kendi iş yerinde yemek veriyordun. O huysuz adamla da, konuşup yemek maliyetini alıyormuşsun. Diğer esnaflarda bu yüzden o huysuz adama baskı yapmışlar zaten. Ama eminim ki! O parasını vermese de, sen yemeği bize ücretsiz verirdin. O kadar iyi kalpliydin ki! Yanında çalışanlar da, seni çok seviyorlardı. Neyse o gün, öğlen yemeğine arkadaşlarımla sizin yemekhanenize gelmiştim. Sen de her zaman olduğu gibi, çalışanlarınla beraber yemek yiyordun. Her seferinde de farklı bir masaya gelir. Çalışanlarınla muhabbet eder, onların sevinçlerini, üzüntülerini paylaşır. Herkese gülümseyen yüzünle neşe verip, pozitif enerji olurdun. O gün benim yemek yediğim masaya geldin. Ve benim gözümün içine bakarak.

•Ne bu havalar sabah sabah?

Bende başımı önüme eğip sesimi bile çıkaramamıştım. Senin konuşmalarını dinliyor; arada kaçamak bakışlarla seni izliyordum. Mimiklerin, tavırların, gülümsemelerin insanlara dostane yakınlığınla, o kadar güzeldin ki! Senin beni benden alan konuşmalarını dinlerken işe 10 dakika geç kalmıştım. Bunun üzerine patronum esip yağmıştı. Bende patronuma rest çekip, kapıyı çarpıp çıkmıştım. Seslerimizi duyan esnaf, patronumun böyle küçük bir şey için; bu kadar abartılı tepki göstermesine anlam vermemişlerdi. Sokaktan geçerken seni pencerede gördüm. Sen var ya sen. O kadar ince ve naiftin ki! Olanları da hemen anlamıştın ve bana.

•Buraya gelir misin? Deyince.

İçimdeki bütün stres gitmişti. Yukarı çıktım, bana ne oldu? Diye sorunca; o an sus pus olmuştum.

Gözlerimin içine bakıp;

•Seni kovdu demi; o huysuz adam?

Bunun üzerine bende başımı önüme doğru eğdim.

•Yarın burada işe başlıyorsun. Dedin.

Ben ise sesimi bile çıkaramadım. Ve sen;

•Tamam mı? Ne diyorsun konuşsana deyince.

Başımı hafifçe salladım.

•Hay Allah! Konuşmuyorsun yine. İyi hadi bakalım; konuşma. Senin bu utanğaçlığın da beni öldürüyor; ama neyse. Sen şimdi git evine dinlen, yarın gelirsin.

Dedin; ama ben o mutlulukla hemen çalışmaya başlamıştım bile. Senin bir dediğini iki etmemeliydim artık. Öyle hırsla çalışıyordum ki! Her gün iki kişilik emek harcıyor. Akşamları  kendimi eve zor atıyordum. Gecelerime de seni koyup sabahlara kadar düşünürken, yorgunluğuma yenik düşüp; uyuyordum. Sende bu çalışkanlığımı takdirle karşılayıp, benim en çok arzuladığım şeyi yapıyordun. Her öğlen yemeğinde; bir masaya konuk olduktan sonra benim yemek yediğim masaya da gelip; sohbet ediyordun. Arada bana bir iki laf atıyordun, ancak ben her zaman ki gibi susuyordum. Çünkü kalbim buruk, dilim sana karşı tutuktu. Her sabah işe gelirken masanda ki teypte aynı türkü çalıyordu. Bende o türküyü ikimizin türküsü ilan etmiştim.

Geçen altı ay gibi kısa bir süre sonunda, iş yerinde şef olmuş, senin yardımcındım; artık. O andan itibaren öğlenleri masalara beraber gidiyorduk.  Her zaman ki gibi, sen konuşuyor; ben ise susuyordum. Ama o kadar mutluydum ki! Senin konuşmanı sonsuza kadar dinleyebilirdim.

Seninle çalışmaya başlayalı yaklaşık üç yıl kadar olmuştu, artık dayanamıyordum. Karar vermiştim; o gün, sana açılacaktım. Seni sevdiğimi söyleyecektim. Seninle evlenip mutlu bir yuva kurmak istiyordum. Elime bahçemden aldığım bir papatyayı çalışma masama koymuştum. Akşam herkes gidince, seni sevdiğimi söyleyecektim. O kadar mutluydum ki! Belki senin gibi, varlıklı değildim ama kendimi sana ispat etmiştim. Hangi iş yerine gitsem. Beni yüksek ücretle işe alırlardı. Ancak ben zaten senin yanında mutlu, mesut çalışıyordum. O gün geçmek bilmedi. Akşam oldu ve herkes evine gitmişti. İçimde o ana kadar tatmadığım aşk duygusu sarmalında çırpınırken; senin yanına geldim. O an beni görünce, masanın çekmecesine doğru eğildin. Çekmeceden bir zarf çıkarıp bana uzatırken; benim yüzüme bile bakmadan, mahcup edayla

•Bu hafta nişanım var gelir misin?

Derken; sesindeki o titremeyi hâlâ hatırlıyorum. O an, aklım başımdan gitmiş. Sanki başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Bana nişan davetiyeni değil de, sanki benim ölüm fermanımı uzatmıştın. Seni sevdiğimi haykıracakken, aşkım boğazıma düğümlenmişti. Sustum yine sana. Sen masanın çekmecesine doğru bakarken, elimdeki papatyayı masasının üstüne koydum ve çıktım. Ben sana karşı konuşamıyordum ama sen de o an; yüzüme bakamamıştın. Senin bu tavrın üzerine bende hemen işyerinden gözlerim yaşlı bir vaziyette çıktım. Çıkış o çıkış tabi ki!

Bir daha o mahalleye uğramadım. Hatta Ankara’ya adımımı bile atmıyorum; artık. Kırlaşmış saçlarımla, hayata küstüm yıllarca. Ankara’ya küstüm. Bir tek sana küsmedim. Bu hayatta biliyor musun? Evlenmedim ve hala seni özlüyorum. Hani o dinlediğimiz türkü var ya! Ben her zaman o türküyü ağlayarak dinliyorum. Hayallerimde ise; seni o pencerede kahveni yudumlarken bana baktığını görüyorum. Senin benden haberin var mı? Bilmem ama. Ben her zaman senin haberini alıyorum. Sana âşık olduğumu önceden sende biliyor muşsun. Ancak ailen o adamı istedi diye, onunla evlenmişsin. Çocuğunuz da yokmuş.

Hâlâ sende o türküyü dinliyor muşsun. Masanda bıraktığım o papatyayı da saklıyormuşsun. Oturduğun villanın bahçesinde de papatya yetiştiriyormuşsun. Ve sen o papatyaları çok seviyor muşsun. Aslında senin de beni sevdiğini biliyorum. Sana karşı hâlâ susuyorum. Eğer sana bir şey söyleyebilseydim.  Seni çok seviyorum papatyam derdim. Şu an bizim türkümüzü dinliyorum aşkım. Doğum günün kutlu olsun.

Odam kireç tutmuyor.

Kumunu katmayınca.

Sevda baştan gitmiyor.

Sarılıp yatmayınca.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Uğur Böceği Arşivi