Eflatun Neimetzade

Eflatun Neimetzade

Parisliler Nevruz temsilini sevdiler (3)      

Parisliler Nevruz temsilini sevdiler (3)      

Fransa’da bulunduğum günlerde bir gerçeği de öğrendim. Nevruz Şöleni’nin UNESCO’da sergilenmesi ideası Azerbaycan’ın UNESCO’daki Büyükelçisi, Sayın Eleonara Hüseynova tarafından TÜRKSOY Genel Sekreteri, Sayın Düsen Kaseinov’a iletilmiştir. Yani bu iki şahsiyetin, Eleonara Hüseynova ile Düsen Kaseinov ikilisinin işbirliği sayesinde Türk Devletleri sanatçıları tarafından sergilenen başarılı temsili, Fransa’da bomba gibi patladı, epey gündemi işgal ettik. Türk sanatçıları barok kentinde Doğu ısısının barış, sevgi ateşini yaktılar, üzerinden atladılar. Türkler tarihin her kademesinde olduğu gibi barışı, sevgiyi, hoşgörüyü Batılı insanlarının kalbine, ruhuna yeniden aşıladı. Bilindiği gibi Türk kavimlerinin geleneksel kadim Nevruz Bayramının tarihî resmî kaynakçalara göre M.Ö. 15 bin yıl öncelere dayanır. Kazılarda bulunan taşlardaki çivi yazılardan anlaşıldığına göre Nevruz’un bahar bayramı olduğu aşikârdır.

TÜRKLERİN KADİM BAYRAMIDIR - NEVRUZ

Eskilerden günümüze dek uzanan tarihin bu inişli, yokuşlu yıllarında, savaşların bol-bol devam ettiği en kritik günlerde bile Türkler kendi Geleneksel Nevruz Bayramı’nın kutlanmasını ihlal etmemişlerdir, devamlı kutlamışlar. Ayrıca Türkler arasında yaşayan, başka din ve ırklardan olan etnik gruplar da Türklerin Nevruz Bayramı’nı kendi bayramları olarak kutlamışlar. Peki, Nevruz’un temel felsefesi nedir? Türklerin ve dünya insanlarının da kutladıkları Nevruz Bayramı neden büyük coşku ve intizarla, sevgi ve şen ahval-ruhiye içinde yapılmaktadır? Neden bu bayramı her ulus severek yâd ediyor?

Bir kere Nevruz’un felsefî zemininde dinle hiçbir bağlılığı, akrabalığı olmadığını vurgulamak isterim. Eski inançlara göre Türkler ve onlarla birlikte yaşamlarını sürdüren başka etnik gruplar, yılın dört Çarşambasını bayram etmişlerdir. Halk arasında Suyun, Ateşin, Havanın, Toprağın uyanışı olarak biliniyor. Halk bu Çarşambalarda topluca kutlama törenleri yapmışlar. Nevruz Bayramıyla bağlı resmi kaynakçalara dayalı makalelerim Türkiye dergilerinde basılmıştır. Nevruz Bayramı’nın temel kuralları hakkında defalarca TV kanallarında konuşmalarım olmuştur.

…Eski Türk kavimlerinin bayramlarından sayılan Nevruz sınırları aştıkça, ulusların ve halkların beşeri bayramlarına dönüşmüştür. Herkes bu bayramı, kendi ulusal biçimiyle ilişkilendirmeye çalışmış, böylece Şark Dünyasında Nevruzla ilgili âdetler, ananeler, törenler, efsaneler, rivayetler bile mevcuttur. Hatta Türk Dünyasındaki halklar Nevruz’a kendi ulusal, bedii motiflerini vermiş, onu kendine ait ulusça kutlanan bir halk bayramı gibi kabul etmişler. Bütün bunlara rağmen Türkler, Nevruz’u kutlayan çeşitli halklar içinde bile, kendine has başlıca özelliklerini koruyup saklamışlardır. Ne yazık ki, Türkiye’de Nevruz uzun yıllar resmi bayram olarak yâd edilmemektedir. Ama Doğu illerimizde; Diyarbakır, Van, Mardin, Urfa, Van, Kars ve Iğdır gibi illerimizde Nevruz tıpkı Azerbaycan’da ve Türk devletlerinde olduğu gibi kutlanılmaktadır. Nevruz dünyada mevcut tüm renkleriyle baharın gelişini, toprağın uyanışını temsil etmektedir. Hiçbir siyasi dayanağı ve dini tebliğ etmeksizin Nevruz kadim Türk topraklarından süzülerek günümüze dek ulaşmıştır. Şunu vurgulamak isterim: Nevruz sokaklarda halk yürüyüşü gibi kutlanamaz, her aile üç Çarşamba’da da evlerinde leziz yemekler yaparlar.

SUYUN, ATEŞİN, HAVANIN, TOPRAĞIN UYANIŞI

Daha önemlisi dördüncü Çarşamba akşamı ise bahçesinde ateş yakar, çeşit-çeşit lezzetli yemekler pişirirler. Ertesi sabahı akrabaların, komşuların evlerine gidilir, küskünler mutlaka barışırlar. Sevinç, tezahürat, coşku her evden eksik olmaz. Böylece Nevruz toprağın uyanışıyla birlikte barışın, sevginin, saygının ve hoşgörünün sembolü olmuştur. İşte tarihimizi en derinliklerinden günümüze dek ulaşmış olan Nevruzun temel felsefi amacı budur. Nevruz Bayramı, Türk kavimlerinin de içinde barındırdığı bütün toplulukların, çeşitli etnik grupların da geleneksel bayramı sayılmaktadır. Bunu anlamak ve araştırmak için kadim Türk halklarının “Avesta”, Reşideddin’in “Oğuznâme” Destanlarını ve S. Kramer’in “Tarih Sümer’de Başlar” kitaplarını okumak yeterli olacaktır.

Sadece tarihi bilmeyen kişi ve cahiller Nevruz Bayramını siyasete alet ediyor, meydan çatışmalarına götürüyorlar. İstanbul, Ankara, Bursa ve başka illerde bazı Hıristiyan azınlıklar ve bazı tırnak asarı bilim adamları Nevruz’un hakiki barış, sevgi, hoşgörülü yönünü görmekten acizler, diye bilirim. Hala eskiden sevdiğim, saygı duyduğum İlber Ortaylı gibi sevilen isim de Nevruzu “İran’a ait…” bayram olduğunu söylediğinde şaşırmadım. Çünkü kendi düşüncesini ifade etmiyor. Ya çalıştığı gazetesinin anti Türk politikasını, ya da başka etkili güçlerin düşüncesini ifade etmektedir.

Çünkü aile geleneğine bağlı her bir Türk soylu insan; Hakas, Yakut, Başkurt, Türkmen, Özbek Azerbaycanlı, Tatar, Kazak Kıpçakları, Saka, Gagavuz, Pakistan, Afganistan, Endonezya, Hintliler ve Arnavut, Balkan ülkelerinde bile her birey Nevruz’un ne olduğunu anlar, idrak eder. Bu kesin böyledir, bunun aksini düşünmek nadanlık olur. Ve ya eski Türk kavimlerinden, ta Mezopotamya’dan öncelerinden tarihin süzgecinden süzülerek günümüze dek gelmiş Nevruz’u “İran’a aittir…” demek tam bir fiyasko ve bilgisizlik oluyor. Ayrıca BM ve UNESCO’nun tarihi miraslar listesine alınmış bir gelenekten söz ediliyor.

Ayrıca Orta Asya ülkelerin-Kazakistan, Tacikistan, Türkmenistan Özbekistan, Kırgızistan’ın istişare toplantısının 15 Mart tarihinde almış oldukları karardan kaç gün sonra İlber Ortaylı’nın kaleme aldığı ve bize göre “siparişle yazılmış yazı”, çevrede şaşkınlık yarattı; çünkü kocaman Ortaylı’nın Nevruzun tarihini, Türk kavimlerinin geleneklerini bilmediğini  noktalıyor ve çok manidardır. Yazı sadece kendini, ona dikte eden şuurunu, aklını, mantığını ve çevresini bağlar. Bana göre kalbinde Mevlana ruhunu taşımıyor – saygı, sevgi ve hoşgörü düşüncesi taşımıyor tahayyülünde. Halklar arasına kirli sopasını sokuyor, bu kadar. Bu bilgisizliği kendinin anti Türk anlayışı içinde olduğunu ifade ediyor, ayrıcalık fikrini tastık ediyor.

BARIŞIN, SEVGİNİN, SAYGININ VE HOŞGÖRÜNÜN SEMBOLÜ

Başka deyişle Nevruz – barış, saygı, sevgi ve hoşgörünün sembolüdür, bu kadar. Dünyadaki yüce kuruluşlar –BM ve UNESCO gibi muteber merkezler de bunu böyle görüyor ve tastık ediyor. Sadece Ortaylı’dan başka. Çünkü kimin diliyle konuştuğunu bilmiyoruz. Bilim, kaynakçalar, tarihi gerçeklerden uzak bir noktadadır Ortaylı. Onu çembere alan kişi ve kuruluşlar ve kendisi bunu böyle anlıyor. Ortaylı’ya soruyorum - siz kardeşlik, barış ve sevgi taraftarı değil misiniz? Nevruz - tarih bir aynadır, orada her millet, her ırk ve etnik gruplar kendilerini bulabilirler. Ve kadim Türklerin gelenek Bayramını başka bir halkın malı sayamazsınız, yapamazsınız. Buna Türk vatandaşı olarak da hakkınız olmamalı.

Doğudaki tüm halklar, Nevruz’u yeni yılın başlangıcı kabul etmiş, onu bolluk, bereket ve refahın sembolü kabul ediyorlar. Çünkü sert kış ortamında tüm gıdalar, yemek bitmiştir; yeniden üretime başlamak için toprağı aziz nimet biliyorlardı. Torağın uyanışı için onu sulamak gerekiyor, toprak sulanmasa fidanı ekilemez; işte size ilk Su Çarşambası! Toprak ıslanmıştır, fakat sert kar ve buzlanma onu soğuk yapmış, onu ısıtmak gerekiyor; Atalar der ki:

Aban su verdi,

Toprağa verirsin

Bahresin görürsün.

Suvardım Abanın ak atın.

Aban bu payımı verdi,

Aban su payımı verdi.

İşte size Ateş Çarşambası! Atalar der ki:

Ateşsiz olmaz.

Ateş düştüğü yeri yakar.

Ateşe inananın, ocağı sönmez.

Ateş adamı hem ısıtır, hem yakar

Ateşe inananın, ocağı sönmez.

Ocak sönmeyen yerde, mesken tutarlar.

Toprak sulandı, ateşten ısındı, ama katı toprağa yel gerekiyor, havaya ihtiyacı vardır. Yoksa fidan havasız toprakta cüceremez (boy vermez). İşte size Yel Çarşambası! Atalar der ki:

Ay Yel Baba, Yel Baba

Kurban sana gel baba.

Tahılımız yerde kaldı,

Yakamız elde kaldı.

Ay Yel Baba, Yel Baba,

Kurban sana gel Baba,

Savur bizim harmanı,

Atına sal samanı.

Den yığılıp dağ olsun,

Yel Babamız sağ olsun.

Toprağa Su verdik ıslattık; Ateş yakıp ısıttık; Yel, hava yumuşattı toprağı. Toprak insanını bekliyor. Toprakla uğraşmak gerekiyor. Atalar der ki:

Topraktan pay olmaz.

Toprağa eğilen, namerde eğilmez.

Toprak altın kuştur, elinden bırakırsın uçar gider.

Toprakla elleşen, mutluluğa kavuşur.

Toprak çiftçinin zahmetiyle ziynetlenir.

Toprak söyler: “Öldür beni, dirilteyim seni.”

Nevruz’un dört temel felsefi kuralı bunlardır. Türk kavimlerinin bayramlarından birisi olup insana hayat veren dört unsurun, Suyun, Ateşin, Havanın, Toprağın ısınması, “diriliş” dileğiyle ilgili olarak ortaya çıkmıştır. Ellerindeki yiyecek rezervleri tükendikçe, insanlarda toprağı uyandırmak, ekmek, ürün almak arzusu artıyordu. Toprak ise birdenbire dirilmiyordu, uyanmıyordu. Toprağın uyanması için ilk aşamada Su Çarşambasında ıslak olmalı idi. Daha sonra Ateş (od, güneş) ve Yel, (külek) gerekiyordu. Ve insan toprağa sarılıyordu. Bu gereksinimden, insanlar çok eskiden bu dört unsurla ilgili oldukça zengin adet, anane, inanış ve ayinler yaratmışlardır.

Yeni yılın başlanmasına dört hafta kala, bu ayin ve inanışlar uygulanmaya başlanmıştır. Devamı vardır:

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Eflatun Neimetzade Arşivi