Zafer Çam

Zafer Çam

Çin malı her evin ihtiyacı oldu

Çin malı her evin ihtiyacı oldu

Çin mamulü korona vurdu milleti. Covid-19 yeniden hortlatıldı. Korona bulaşmayan ev kalmadı gibi. Her yerde korona tedirginliği arttı.

Ülkeler ayakta, insanlar korkmakta. İlaç şirketlerin ağzının suyu akmakta... 

Türkiye yeniden karantinalı günlere gidiyor. Halk sağlık bakanını görmekten, dinlemekten korkar oldu. On aydır tedbirler bir bir açıklanıyor, önlemler alınıyor, korona hep gelip geliyor.

Milletin ağzına perde gerildi. Ağız tadıyla lokantaya gidemiyorsunuz kapalı. Dostlarla demli çay içemiyorsunuz kahvehaneler kapalı.

Futbol oynayamıyorsunuz halı sahalar kapalı. Taraftar ağız dolusu küfür edemiyor futbol arenaları seyircisiz.

Meydanlarda, caddelerde altmış beş üstü yasaklı. Oyun alanlarında, eğlence merkezlerinde, kafeteryalarda yirmi yaş altı yasaklı. Yaşlısı, genci evlere kapandı.

Esnaf, gündelikçi işçi kan ağlıyor çare için bankaya koşuyor. Tefeciler, faizciler, fırsatçılar gülüyor ihtiyacı olan inliyor. Dolmuşlarda, otobüslerde sıkış sıkış seyahatler yasaklandı.

Mesafe ayarı kondu. Ağızlara maske mecbur oldu. Eller yıkanmakta derisi kavruldu. Kolonyalar artık abdest bozmuyor, temizlik ilacı oldu.

Eşle, dostla sarılmalar, tokalaşmalar kaldırıldı. Ziyaretler ertelendi. Baba, anne çocuklarını göremez, torunlarını sevmez oldu. Akrabalar bir birine uğramaz hal hatır soramaz halde.

Üç günlük düğünler bir saate indi. Camilerde safları sıkıştıralım, derken saf araları ayrıldı. Okular kapandı, öğrenciler hocalarını arkadaşların ve okulun yolunu unuttu.

Çaylı, kahveli, nargileli sohbetler hayal oldu. Eşinle, dostunla lokantada yemek yemeniz bir başka bahara kaldı.

Bütün bu önlemlere rağmen, yine de Koronanın önü alınamıyor. Çin malı bu kadar dayanaklı olur muydu. Nedir bunun sebebi dersiniz?

Meksikalının biri, bisikletle ABD'ye giriş yapıyormuş, selesinde kocaman bir torba varmış.

Sınır polisi şüphelenmiş, “aç torbayı” demiş, açmış Meksikalı, kum çıkmış.

Ertesi gün, aynı Meksikalı ıslık çala çala gelmiş sınır kapısına, giriş yapacak, selesinde gene kocaman bir torba.

Sınır polisi gene huylanmış, “aç” demiş, gene kum.

Sonraki gün, aynı Meksikalı pedal çevire çevire gelmiş sınır kapısında, sele de gene torba.

Bu defa gümrük polisiyle beraber narkotik polisleri karşılamış, “aç” demişler, nafile, çıka çıka gene kum çıkmış.

Delirecekler…

Beş gün, iki hafta, bir ay, bir yıl hep aynı manzara, Meksikalı geze geze geliyor, termal kamerayla bakıyorlar, tahlil yapıyorlar, köpeklere koklatıyorlar, uydu fotoğraflarıyla takip ediyorlar, hikaye, torbadan habire kum çıkıyormuş.

Aradan yıllar geçmiş, sınırda kontrol polisi, kahve içmek için bir kafeteryaya girmiş, tesadüfe bak, Meksikalıya rastlamış, adeta yalvaran bir ses tonuyla demiş ki, “emekli oldum, hâlâ içim içimi yiyor, her ne olduysa olan oldu, bu saatten sonra sana bir şey yapamam, Allah aşkına söyle, ne kaçırıyordun o torbayla?”

Meksikalı gülümsemiş.

“Bisiklet” demiş!

Doğrusu bu kadar önlemlere rağmen…

Böylesine bilimsel ve sıkı sıkıya önlemlerimize rağmen nasıl yayılıyor bu virüs Türkiye'de! Evet, çok ilginç değil mi?

Bir yerlerde bir kaçak var sanki. Ya alınan önlemler yetersiz. Ya da alınan önemlerin hastalığın yayılmasında bir rolü yok mu?

Yoksa birleri bir şeyler kaçırıyor da insanlar virüsle mi kandırılıyor dersiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Zafer Çam Arşivi