Süreyya Terzioğlu

Süreyya Terzioğlu

Farklı kültürlerde kadının yeri ve önemi

Farklı kültürlerde kadının yeri ve önemi

Günümüzde kadınların yaşadığı bazı sıkıntıları daha sık ve daha ağır yaşamaya başlayınca hemen akla bir soru geliyor “ tarihte kadının yeri hep böyle miydi?” işte tam da bu yüzden eski bilgilerimi biraz karıştırıp farklı kültürlerde kadına nasıl bir gözle bakılmış kısaca değinmek istedim.

Tarihin başlangıcından beri kadın ; kimi zaman erkekle eşit derecede tutulmuş , kimi zaman zulme maruz bırakılmış, kimi zaman da el üstünde tutulmuş, doğurganlığı ile kutsallaştırılmıştır. Kadının yeri; yaşadığı coğrafyaya, yaşanılan zamana ve bulunduğu kültüre göre toplumdan topluma farklılıklar göstermiştir. Peki diğer farklı kültürlerde ve Türklerde, kadının yeri ve önemi nedir? Kadının Büyük Hun, Sakalar , Avrupa Hun ve Göktürk devletleri dönemlerinde algılanışına bakılırsa Türk kadınının devlet yönetiminde ve sosyal hayatta sahip olacak kadar kıymetinin farkında oldukları görülüyor.

Kadın ve erkek, her dönemde, her farklı kültürde birbirlerini az ya da çok tamamlayarak yaşamış ve varlığını sürdürmüşlerdir. Bu zaman zarfında bazen biyolojik ve fiziksel sebeplerle cinsiyetlerine göre iş bölümü yapılmış, bazen kadın çok ön plana çıkarılmış , deyim yerindeyse anaerkil bir kültür doğmuş hatta doğurganlığı sebebiyle kutsallaştırılıp tanrıçalaştırılmaya kadar götürülmüştür. Bazen de tam tersine geri planda bırakılmış, yaşamını sürdürebilmek için yaşam mücadelesi vermiş, hatta köle, kıymetsiz bir eşya yerine konmuştur. Tabi ki bu durumların hepsi yaşanılan toplumun eğitimine, anlayışına, din ve ahlak yapısına, dönem şartlarına hatta coğrafyaya göre değişiklik göstermiştir.

Farklı toplumların kadına bakış açılarından bahsetmek ve bu konuyla ilgili örnekler vermek Türk toplumundaki kadın algısının daha iyi anlaşılmasını sağlayacağı kaçınılmaz. Mesela Cin toplumunda kadın insan yerine konmaz, isim bile verilmezken ve kız çocuklarının on yaşından sonra sokağa çıkmalarına müsaade edilmezken yeni doğan erkek çocuk en pahalı kumaşlara özenle sarılırken , kız çocuklarının sıradan bez parçalarına sarılmaları normal bir ritüeldi.

İngiltere’de 5. Yüzyıldan 10. Yüzyıla kadar erkekler, eşleri üzerinden ticaret yapma hakkına sahip oldukları bilgisine ulaşıyoruz. Hatta kutsal kitaplarına dokunmalarına izin verilmezdi. İran’da Sasani devrinde kız kardeşle evlenmenin serbest olması, kız kardeşlere ve annelere saygı gösterilmemesi, İslamiyet'in kabulünden önce Arap toplumunda kız çocuklarının diri diri toprağa gömmenin bir adet haline getirilmesi, erkeklerin yemek yediği odaya kadınların girme cüretini gösterdiği gerekçesiyle ölümle cezalandırılabilmesi, eski Hint Hukukuna göre kadının, evlenme, miras bir çok konuda hiçbir hakkın verilmemesi, kadının değersiz, ve kötü ahlaklı kabul edilmesi gibi birbirinden korkunç düşünce ve uygulama varken , aynı dönemde hatta çok çok daha eski dönemlerdeki Türk devletlerinde, kadına karşı olağan üstü bir saygı vardı.

Erkek çocuklarının babasından önce annesine saygı göstermesi de bunlardan ilk akla gelen konulardan bir tanesidir. Çok geniş bir coğrafyada, yer alan Türk toplumlarında kadının yerinin oldukça kıymetli olduğunu görmek gurur verici öyle değil mi? Farklı kültürlere baktığımızda eski Türk kadını erkeklerden kaçıp saklanan, haremlik selamlık yaşayan bir durumda değildi. Sosyal ve siyasi hayatın her noktasında aktif olarak yer almış, saygı görmüştür. Ata binmek, avlanmak, dövüşmek ve şaman ayinlerini düzenlemek gibi görevleri vardı. Boyları üzerinde çok etkili oldukları ve hatta devlet içinde yüksek mertebelerde görev aldıklarına rastlanmıştır.

Devlet yönetiminde söz hakkı olması bir tarafa bazen eşlerinin önüne geçtiklerini de görülmüştür. Hükümdarın yanında hanımının resmi törenlere katılmak, elçileri karşılamak ve hatta devletini temsil etmek gibi, deyim yerinde ise bir diplomat bile olmuşlardır. Üst düzeylerde yönetim, askerlik, dini vazifeler ve devlet memuriyetinde bulunmuş olmalarının yanında, sosyal ve aile hayatında da önemli rollere sahip oldukları bilinmektedir. Namusunu koruyabilen güçte ve yapıda olmasıyla birlikte eski Türk kadını her şeyden önce erkeği yoldaşı konumundaydı. Sahip oldukları ev de dahil olmak üzere ailenin bütün varlığı eşlerin ortak malı kabul edilirdi. Eşiyle birlikte ailenin bütün faaliyetlerine katılan Türk kadını erkekleri tarafından baş tacı yapılmış, "görklüm" ( güzelim ) gibi birbirinden güzel sözlerle hitaplarda bulunmuş , kadınları da o saygılı eşlerine "bey" diye seslenmişlerdir. Ev içinde hakimiyet kadına aitken, dışarıda dişi kurt gibi olan Türk kadını evinin içinde yemek pişirmek, temizlik yapmak, çocuklara bakmak, çadırlarını kurup, sökmek, kumaş dokumak, kocasının atını eğerlemek, koyunları sağmak, sütten elde edilen yiyecekleri hazırlamak, dikiş dikmek, keçe yapmak gibi görevlerinde severek ve üstün beceriyle üstesinden geldikleri görülmüştür.

Eski Türk destanlarına bakıldığında kadınların mevkiinin oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Türk mitolojisine göre kadın kainatın yaratılışında baş karekterdedir. Birçok destanda kadın adını taşıyan dağ isimlerine rastlıyoruz. Birçok destanda kahramanlar, başlarına gelen felaketlerden, ya eşlerinin ya da kız kardeşlerinin sadakatleri ya da çabalarıyla kurtulduğu görülür. Türklerde kadın hayatın her kademesinde olduğu gibi sanatta da yer almış kendini göstermiştir.

Eski Türk Ceza Hukuku da toplumda kadının rol aldığı aktif yaşantısını destekler nitelikte şekillenmiş ve gelişmişti. Sosyal hayatlarında kadının güvende ve huzurda olmaları için gereken tüm alt zemin oluşturulmuştur. Evliliklerde genellikle dıştan evlenme anlamına gelen "exogamie" yani yakın kan bağı ya da akrabalarla evlenme kabul görmezdi. Güveyin, gelinin ailesine genellikle at ya da koyunlardan oluşan bir şekille bir miktar mal vermesi (kalın) evlilik ritüellerindendi. Yalnız bu dönemde bile hala yaşanan utanç tablosu başlık parası ile uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Türklerde genellikle tek eşlilik yani "monogamie" görülürdü ve kadınlık onuru çiğnenmezdi. Türk dilinde çoklu evlilik yani "polygamie" kelimesinin karşılığı yoksa da sonradan Türkler birkaç kadınla evlenmeyi kabul etmişlerdir. Burada çok eşliliğin genel olarak yönetici sınıfa has bir durum olduğunu, topluma indirgenmiş örneklerinin yok denecek kadar az olduğunu belirtmekte yarar vardır.

Eski Türk Kadınının boşanma hakkı da vardı. Kadın mutsuz veya yürümeyen bir evliliği ölene kadar yürütmek zorunda değildi. Ancak keyfi bir şekilde evini terk edemez, istediği zaman toplanıp babasının evine geri dönemezdi. Uygun sebepler ortaya çıktığında kadın boşanma talebini dile getirebilir ve boşanabilirdi. Kocasının kendisine kötü davranış göstermesi, kocasının başka bir kadınla gayrimeşru ilişkide bulunması ve kocanın cinsel iktidarsızlığı gibi aile temelini sarsan durumlarda kadın boşanmak isteyebilir ve boşanırdı.

Evlenme ve boşanma konularındaki özgürlük ve hak sahipliklerinin yanında, Eski Türk Kadın’ının mülk edinme, varislik ve miras hakkı da bulunmaktaydı. Türk ailesinde, aile içinde kadının kendine ait mülkü vardı. Evlenen kadının baba evinden getirmiş olduğu çeyiz malı üzerinde kocanın hiçbir tasarruf hakkı yoktu Eski Türk devletlerinde yöneticiliklerde, " kut " yani egemenlik kudretine buna en layık sahip olurdu, kız çocukları dahil hükümdarın her çocuğunun buna hakkı vardı. Bir devletin en yüksek dereceli miras konusu olan yönetme hakkının varisliğinde bile Türk kadının hakkı olup, hisse sahibi olması oldukça dikkat çekicidir.

Ceza uygulamalarına göre, İskit Kralı, emri altındakilerden birine suçu dolayısıyla ölüm cezası verecek olursa , suçluyla beraber varsa erkek çocukları da öldürülür ancak kız çocuklarına dokunmazdı (Herodotos, 2006: 322).

Sanırım bu uygulamada kin ya da kan davasının önüne geçmek istenmiştir. Asya Hunları zamanında, Cin İmparatorlarından Kao kendi hayatını garantiye almak adına Mete’nin eşini aracı yaparak ,Mete ile irtibat sağlanmasını ister ve konuşur. Asya Hunları Cinlilerle olan ilişkilerinde, Türk Hakanı yanında hatunun da resmen yer aldığı görülür.

Göktürkler devrinde kağanın karısı Hatun devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibidir. Emirnamelerin hem kağanın hem hatunun adına yazılırdı. Yine Göktürkler devrinde, Hunlarda, aile içi ilişki kurulmasına önlem olarak, dışarıdan hatta dokuz göbekten bağlı olmayan evlenmeye de dikkat edilirdi (Baykara, 2001: 154).

Göktürklerde, yüksek bir mevkide olan bir kadın kendisinden aşağı durumda olan bir erkekle evlenemezdi. Kadın ve erkek eşit durumda olunca töre, isteyen erkeğe kızı vermeyi babaya emrederdi (Üçok, Mumcu ve Bozkurt: 33). Yine Göktürklerde, evlenme çağına gelen genç kız, kılıçla dövüşüp yendiği erkekle değil, yenildiği erkekle evlenirdi (İnan, 1975: 27). Bu adet de aynı zamanda Göktürk kadınının silah kullanma alıştırmaları yaptığını - silah kullanmayı bildiğini de göstermektedir.

Göktürkler kültürüne ait, Orhun Yazıtları’nın bir parçası olan ve BilgeKağan adına, oğlu Tenri Kağan tarafından diktirilen abidede geçen; " Yukarıda Türk Tanrısı, Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye, babam İltiriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu yukarı tutup kaldırdı. " (Ergin, 2003: 15)

Kadına verilen değer yine göğüs kabartan cinstendir. Görüldüğü üzere eski Türklerde KADIN baş tacıdır. Kadın yürek doldurandır. Kadın anadır, aşktır, kardeştir, evlattır kadın candır, kadın HAYATTIR. Yarın günümüzdeki kadına bakıştan bahsedeceğiz. Yarın görüşmek üzere sevgiyle kalın….

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Süreyya Terzioğlu Arşivi