Abdullatif Acar

Abdullatif Acar

Kıssadan hisse

Kıssadan hisse

Allah’ın veli kullarının yaşadığı her olay bizler için nice ibret ve derslerle doludur. Onların hayatı insana sabrın, tevekkülün, teslimiyetin ve Allah’a kulluğun şifrelerini barındırır adeta. İbrahin b. Ethem hazretleri de bunların en önemlilerindendir şüphesiz.

İbrahim b. Ethem Horasanın Behl şehrinde dünyaya geldi.

Gençlik yıllarında bir işaretle dünya ait olan malını mülkünü, tacını tahtını terk edip züht yoluna adadı kendini.

Seneler sonra seyr-i sülûkünü tamamladıktan sonra bir gün Belh şehrine tekrar gelir İbrahim b. Ethem. Kendi yaptırdığı camide yatsı namazını kılar. Dışarıda sulu kar, yağmur, soğuk vardır…

“Şurada kıvrılayım da sabah olunca giderim” diye düşünür. Caminin bekçisi gelir, camide saklandığı yerden bunu bulur, çıkarır.

“Ne yapıyorsun” der.

“Müsaade et, şurada yatayım. Sabah namazından sonra Belh’e gireceğim” der.

Görevli bacağından tutar onu.

“İbrahim Ethem, senin gibi çulsuzlar için yaptırmadı bu camiyi” der ve bacağından sürükleye, sürükleye, kafasını merdivenlere vura vura atar onu dışarıya.

İbrahim Ethem “Ben bu camiyi yaptırdım” diyemez kibir olur diye.

Çaresiz, şehre gider. Her taraf kapalı, sadece bir yer açıktır. Bir fırın... Kapıyı çalar ve sabaha kadar oturma müsaadesi ister. Orada çalışan işçi, “Geç otur” der.

Aradan bir-iki saat geçer. Sabah ezanı okunmaya başlar. Okunduktan sonra işçi döner.

“Hoş geldiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz, isminiz ne?” der.

İbrahim Ethem de;

“Ben iki saattir burada oturuyorum, şimdi mi geldi aklına” diye sorar.

Fırıncı şu ibretlik cevabı verir:

“Ben bu fırında işçiyim. İki çocuğum var, iki de yetime bakıyorum. Ben onlara şimdiye kadar haram lokma yedirmedim. Senin geldiğin vakit benim mesai saatim dâhilindeydi. Ezan okundu, mesaim bitti. Seninle istediğin kadar konuşabiliriz, şimdi kazancıma haram karışmaz.” İbrahim Ethem:

“Sen ne güzel adammışsın. Sen Allah’tan bir şey isteyip de olmadığı vaki oldu mu?” diye sorar.

“Ben Allah’tan ne istediysem verdi. Fakat Allah’tan bir şey istedim. Onu bana vermedi. Allah’a yalvardım, bana İbrahim Ethem’i göster diye, bana onu göstermedi” der.

“O Allah, öyle bir Allah ki,” der İbrahim Ethem, “İbrahim Ethem’i bacağından sürükleye sürükleye, kafasına vura vura getirir sana gösterir ve senin gözünün önünde ruhunu teslim ettirir.” der ve Allah diyerek ruhunu teslim eder.

Evet, ne güzel demiş irfan ehli bir zaat:

“Kimi nur, aşk imanla, kimi de tam takır gider

Kimi parlak bir inci kimi de bakır gider

Ey cihan tarlasından başak toplayan adam! Unutma!

Sonunda herkes malı, mülkü, tacı tahtı bırakır gider”

Evet, o mal mülk bir gün bizi bırakacak. O bırakmadan biz gönlümüzden onu atmalıyız.  Allah için terk ettiklerimizi gönül tarlasına teker teker dikerken onun bakımını ihlâs ve samimiyetle sulamalıyız. 

Bilmeliyiz ki:

Fiili duada ki edebi terk etmeyen, teslimiyetle hayatını süsleyenin kavli duada da Allah yanındadır.

Helalle vücudunu besleyenin ruhunda nice inkişaflar ve kerametler zuhur eder.

Allah’a bir adım gidene Allah on adım gelir.

Allah katında değerli olanın Allah, bütün isteklerini ayağına getirir.

Allah için hizmet edenin Allah, bütün mahlûkatı emrine amade kılar.

Nefsin esaretinden dünyanın prangalarından kurtulmadan gerçek makama ulaşmakta mümkün değildir.

Tacı tahtı bırakmak hedef değil belki hakka vuslat için bir vesiledir. Gönül vardır özde hakikate âşıktır; mal mülk ise ona bir perdedir, asıl fedakârlık o perdeyi yırtıp atmaktır.  

Gönüllerin sultanı olabilmek için ya sahip olduğun dünya makamına rağmen yüzün yerde olmalı yâda o makamı terk edip asıl makama ulaşmalı.

İbrahim B. Ethem işte bunu yapmıştı. Her şeyini elinin tersiyle itip ermişlerin en büyüklerinden oldu.

Ermiş olmak, ermişliğini dahi görmemekle mümkündür. Bunun için hiç bir Allah dostu kendisinin veli olduğunu iddia etmez, böyle bir şeyin dayandığı dalı kesmek olduğunu bilirler.

İnsan odur ki yaptığı hayrı ve iyiliği gizleye, onun mükâfatını Allahtan ve ahrette bekleye.

Yapılan hayrı, egoyu tatmin etmek, başkalarına gösterip övünmek için kullanmak onun mükâfatını azaltır.

Sadece Allah için yapılan iyilik ve ibadetin mükâfatı tas tamam verilir. Başkalarının takdiri için yapılan hayır bulandırılmış, ihlâsı olmayan bir hayırdır.

Allah kendisine uluhuyyet hususunda ortak koşulmasını kabul etmediği gibi ubudiyet hususunda da ortak koşulmasına asla razı değildir.

Bunun için Allah’ın veli kulları sanatlarının altına bile isimlerini yazmaktan hayâ etmiş, iyiliklerini ve ibadetlerini gizlemek için azami derecede gayret göstermiş, bunu bir sır gibi saklamışlardır.

Unutma!

Hayır-hasenat seni bu dünyada yüceltmek, nefsini beslemek, kibrini ve enaniyetini gün yüzüne çıkarmak için değil, ahretini mamur hale getirme için olmalı.

Aksi halde çok masrafla az işe yatırım yapmış, harcadığın sermaye ile şeytanın ve nefsinin harmanında hamal gibi ömrünü geçirmiş olursun. Akıllı insan odur ki, hamallığa değil, sultanlığa özlem duya; dünyanın tacını tahtını bırakıp gönüllerin sultanı ola.

Selam ve dua ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Abdullatif Acar Arşivi